Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya

Trajik bir son: Albert Camus ve Maria Casares

Camus ve Casares’in romantizmi, her birinin işlerinin anlatılarıyla yan yana getirildiğinde daha zengin, belki de daha da hüzünlü. Hayat ve sanat arasında ürkütücü bir ikilik var. Saçmalık tek kesinliktir ve bu, tesadüf ve şansla tekrar tekrar doğrulanır.

Camus ve Casares'in romantizmi, her birinin işlerinin anlatılarıyla yan yana

Camus ve Casares, ilk olarak 6 Haziran 1944’te, Müttefik kuvvetlerin Normandiya’ya çıktığı gün tanışmıştı. Her ikisi de Camus’un “Yanlış Anlama” (Le Malentendu) adlı oyununun Paris’teki Théâtre de Mathurins’de sahnelenmesi için yapılan üretimde yer alıyordu. Ön prodüksiyon sırasında, Camus, Casares’i Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir’un ev sahipliği yaptığı bir akşam yemeğine davet edildi. (Beauvoir, genç aktrisin güzelliği ve özgüveni hakkında kendi görüşlerini paylaştı.) O akşam iki sevgilinin ilişkisi başladığı hakkında söylentiler vardır.—Casares yirmi bir yaşında, Camus ise Casares’ten dokuz yaş büyüktü. İlişkileri, Camus’nün eşi, matematikçi ve piyanist Francine Faure’un İşgal’den sonra Cezayir’den Paris’e dönmesiyle beklenmedik bir şekilde sona erdi.

Daha sonra, Camus, Direniş’in yeraltı gazetesi Combat’ın baş editörü rütbesine yükseldi ve eşi ikizler Catherine ve Jean’ı dünyaya getirdi. Bu sırada, Casares en unutulmaz iki rolünde, Les enfants du paradis’de uzun süre acı çeken bir eş ve Les Dames du bois de Boulogne’de terk edilmiş bir sevgili olarak rol almasıyla birlikte harika bir performans sergiledi. İlk tanışmalarından tam dört yıl sonra, 6 Haziran 1948’de Casares, Saint-Germain bulvarında Camus ile tesadüfen bir araya gelmişlerdi. O andan itibaren on iki yıl boyunca kesintisiz bir şekilde yazışmaya devam ettiler.

Yaklaşık dokuz yüz yazışmada, ikisi günlük hayatlarının detaylarını hafif yürekli bir şekilde oyunbazlıkla paylaşıyorlardı. Başlangıçtan itibaren, Camus, Casares’e hislerinde ya da ikinci kez yollarının kesiştiği şehirde pek bir şeyin değişmediğini söylemişti. Rolleri için sürekli hareket halinde olan Casares, Belçika’da Fransız kızartmalarının toksik kokusuyla dalga geçtiğini dile getirmişti. Yine de babasına ve kedisi Quat’sous’a bakmak ve sigara içmek gibi gündelik işlerini detaylandıracak zamanı her daim bulurdu. Bazen mektupları kısa tutardı, yatağa gitmeden önce hızlı bir merhaba, “spagetti ve greyfurt arasında” aceleyle yazılmış mektupları da bulunurdu. Diğer zamanlarda, oldukça uzun bir şekilde tutmaya gayret ederdi, sorular ve hayatları hakkında ne tarz gelişmeler olup. olmadığı hakkındaydı. Casares sık sık Camus’nün çocuklarını sormayı ihmal etmezdi.

“Bu evi beğenirsiniz, gecelerin kokusunu. Akşamları ise sessizliğin hüküm sürdüğü… ” diye yazardı Camus, Casares’e. Ayrı bir mektubunda, yerel dağlardan bir kekik dalı göndermişti. “Güzel bir fırtınanın ortasında yazıyorum size,” der bir mektubunda. “Gök gürültüsü, şimşek ve yağmur var buralarda. Günü Jean ve Catherine ile oynayarak geçirdim.”

Camus, evliliğinin bir engel olduğunun bilincindeydi. “Bu talihsiz aşk senin hak ettiğin şey değil,” der . Casares’e “Seninle kaybettiğimi sandığım bir hayat gücü buldum,” başka bir zaman yeniden mektup yazar. “ Sen bana gözyaşı veren yer yüzündeki tek varlıklsın.” Kelimelerinin farkında olup ve bazen göndermeden önce mektupları tekrar ve tekrar okurdu. “Yorgunum ve bu tonda devam etmekten korkuyorum. Sadece günün rengini ve düşüncelerimi size anlatmak için yazıyorum. Hava ağır bir yoğunlukta ve sıcak. Sessizlik, çıplaklık ile gölgeli odalar var. terk edilmişlik günü bugün. Düşüncelerim ise saçının renginde. Pazartesi ve birkaç gün sonra, gözlerinin renginde olacak.” Ve daha sonra: “Gece adını yazıyorum, sevgili Maria.” Camus da her daim meşgül bir yaşam sürüyordu. Pazarları yazmakla dolu olduğunu dile getirir, neredeyse imkansız olduğunu hissetse bile. Casares onu cesaretlendirmekten asla vazgeçmezdi.

“Seni seviyorum,” der. “Yaz, yaz. Günler uzun ve zorluklarla dolu. Mektuplarına yaşamak için ihtiyacım var. Uyu. Dinlen.” Projeler hakkında görüşünü sorar ve Camus’un işine eşit derecede saygıyla cevapta bulunur.

“Senin mektubun, güzel ve biraz hüzünlüydü. Nasıl yardımcı olabilirim? Sadık yoldaşım orada. Bunu biliyorsun.” diye yazar Camus. Bir mektubu ise şu şekilde sonlandırır: “Düşlerin kraliçesine bir öpücük tacı.” Performanslarını över. “Evet, mutlu olabilirsin, büyüksün hem de çok büyük bir aktrissin.”

“ Catherine, kitabın girişinde, Casares’in yazım ve dil hatalarının transkripsiyonda düzeltildiğini belirtir. Belki de bu hatalar olmadan biraz karakter kaybolur. 1979’da annesinin ölümünden sonra, Casares’den yazışmaları satın alan ve kitabı Gallimard’a getiren Catherine’dir. Zaman geçtikçe, sevgilerinin solduğuna, olağan küçümseme veya aşinalığın hakim olduğuna dair pek yazılı bir endişe yok. Belki de bu, uzun mesafeli aşkın askıya alınmış yanılsamasından kaynaklanıyor. “

“Seni ilk kez gibi tutuyorum,” diye yazar Casares. “Kalbini ve her şeyini seviyorum … Bizi düşündüğümde, sonsuzluğa inanmamak saçma bir düşünce gibi geliyor.” Camus’un eşi, acımasız ilişkilerinin farkında olarak (Casares tek sevgilisi değildi), depresyondan muzdarip oldu ve 1954’te intihar etmeye çalıştı.

Mektuplarda, arzu, fragmanlar aracılığıyla, birlikte geçirilen yoğun anlar, ayrı geçirilen zamanlar boyunca mitolojikleştirilir. Bu anılar, herhangi bir günlük ilişkiden daha elastik, daha mitik hale gelir.

 

Zamanla değişen bir şey var: Sonraki mektuplarda, Casares artık Camus’dan yazmasını istemek yerine ona incelik sunar. “Her zaman istendiğin gibi yaşa. Yazmak istemiyorsan, yapma. Şimdi yeterince biliyorsun ki kendimizi tekrar etmekten başka bir şey yapamayız.” Ondan tembelliğinin iyi gittiğine dair bir mektup göndermesini ister, hatta tek kelime olsa bile. “Bilmem gerekeni bileceğim. Ve kendi tarafımda, aynı şeyi yapacağım.” Daha sonraki mektuplarda, ona her şeyi söylediğini, onsuz bir hayat hayal edemediğini, ama bunu yapması gerektiğini tekrarlar. Onun yokluğuna razıdır, bu süre zarfında onun için her zaman var olacaktır. “Bu kadar. Ne olursa olsun, tüm hayatımda sonsuza kadar varsın,” der ona.

Camus’un son mektubu kendini sadece şu şekilde duyurur: “İyi. Son mektup. Sadece salı günü geleceğimi söylemek için yazıyorum Yakında, alabalığım.” Salı günü yeniden bir araya geldiklerinde, romantizmlerine yeniden başlayacaklarını, baştan başlayacaklarını söyler Camus.

Yazışmaları burada sona erer.

Son mektubunu gönderdikten birkaç gün sonra, 4 Ocak 1960’da, Camus bir araba kazasında ölür Hikayeye göre, cebinde bir tren bileti varmış. Casares otuz altı yıl daha yaşadı bu süreçte0. Yetmiş dört yaşındaki doğum gününden bir gün sonra, Fransa’daki kır evinde ölü bulundu.

Hayat ve sanat arasındaki yankılar devam etti: Camus’nün ölümünden bir yıl sonra, Casares, Cocteau’nun Orpheus Üçlemesi’nin son bölümünde Prenses rolünü yeniden canlandırdı. Oyunda, Prenses, şair ve hamile eşi Eurydice arasında bir aşk üçgeni vardır. Hikaye, savaştan sonraki hayal gibi bir Paris’te geçmektedir.

Haber: Melih Dişbudak