Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Hatice ÇELİKEL

Ölümle Yüzleşmek

Her cenaze gördüğümüzde ölüm bir kez daha kazınıyor zihnimizde. Ve etrafımızdakilerle birlikte biz de yavaş yavaş ölüyoruz. Her ölümle birlikte yaşamın ve ölümün sahibi olmaya biraz daha yaklaşıyoruz. Dünyanın kirlerinden arınmış, bembeyaz olmuş bir beden. Bir cesedin bulunduğu tabutun üzerinde yazılı olan “Bütün canlılar ölümü tadacaktır” ayetini kaç kez okuduk? Okusak bile anlayıp anlamadığımızı, uygulamaya koyup koymadığımızı bilemeyiz. Bu dünyanın sağır, kör ve işiten ölülerine söylenemeyen sözleri hep bir ağızdan haykırıyoruz. “Biz iyi biliyoruz. Hakkımız helal olsun.” Bir tarafta ruh yolculuğunda ölü bir adam duruyor. Yeni bir dünya. Diğer tarafta, ölülerin arkasında yan yana duran, bu dünyadaki yolculuklarını sürdüren yaşayanlar var. Bir tarafta dünyadan elini eteğini çekmiş, iletişimini kesmiş cansız insanlar var. Öte yandan bazı canlılar birbirlerinden o kadar uzaktadır ki, birbirleriyle iletişim kuramazlar. Bir yandan beden ruhtan ayrıldı. Öte yandan ruhu koruyamayan bedenler de vardır. Ölüleri affedenler, dirilere karşı neden sessiz kalıyorlar? Ölüler için ağlayanların yaşayanlara karşı neden kin beslemeleri gerekir? Ölüleri omuzlarında taşıyan, neden dirilere elini uzatmaz? Dünyayla buluşma zamanı geldiğinde, bedeniniz derin çukurdaki orijinal yerine geri dönecek. Bir insanın ağırlığını yalnızca zemin taşıyabilir. Annelerimiz, babalarımız, çocuklarımız, akrabalarımız, sevgililerimiz, arkadaşlarımız, öğretmenlerimiz, öğrencilerimiz… Hepimiz geride bırakılamayacak insanlarız. En değerli şeylerimizi toprakla örtüyoruz ve ölüler uyanıyor Altımızdaki dünyada, yer üstünde, dünyevi uğraşlarımıza bağlı bir şekilde uyumaya devam ediyoruz. Diğer tarafta ölüler diriltilirken, bu tarafta biz ölmeye devam ediyoruz. Çünkü siz kaybettiğiniz sevdiğinizle buluşurken, insanlar alışveriş yapmaya, hediye vermeye, satış yapmaya ve dijital dünyaya girmeye devam edecekler. Yaşlandıkça ölüme yüklediğimiz anlam, toplumumuzun kültürüne, inançlarına ve bireysel kişilik özelliklerine bağlı olarak değişir. Zaman geçtikçe ölümün alametleri daha da yakınlaşıyor. Küçük yaşta ölümle karşılaşan büyükanne ve büyükbabalar, uzak bir gelecekte ölümü düşünmeye başlarlar. Bir sonraki nesilde yakın aile fertlerimizi kaybettiğimizde, ölüm düşüncesi aklımıza gelir ve bu da bizi kalbimiz kırık ve yalnız hissettirir. Kendi neslimizin kaybı söz konusu olduğunda, ölüm düşüncesi içimizi deler ve kelimenin tam anlamıyla onunla yaşamaya başlarız. Küçükken etrafımızdaki yeni doğanların arasında dolaşıyoruz, ama yaşlandıkça ölümle ölüm arasında mekik dokuyoruz. Aslında ölüm oranı toplumun her kesiminde aynıdır. Ancak yaşınız ilerledikçe katılmanız gereken cenaze sayısı da artacaktır. Yol belli. Ancak her toplumun ve inancın bu son yolculukla ilgili farklı tanımları ve ritüelleri vardır. Ölümün ne olduğu sorusu, yüzleştiğimiz en temel sorulardan biridir; ancak henüz cevabını bilmiyoruz. Bu temel gerçek, hayatı çevreleyen belirsizlik, psikolojik yaşantımızdaki en temel korkunun kaynağıdır. Ölüm korkusu, kişinin yaşamın sonu hakkında belirsizlik, korku veya üzüntü yaşadığı bir kaygı bozukluğudur. Bu korku hepimizde farklı derecelerde mevcuttur. Yaş ilerledikçe daha da yoğunlaşıyor. Her alanda olduğu gibi, korku nesnesine yüklediğimiz anlam, ona ilişkin kaygımızı ve duygularımızı yönetmemize yardımcı olur. Yani ölüme yüklediğimiz anlam gerçekten önemli. Çünkü bu hayatın temel bir gerçeğidir. Bu dünyadan asla canlı ayrılmayız. Ölüm, ruh ve canlılıkla o kadar iç içe geçmiştir ki, ne olduğunu bilmeyiz ama varlığına inanırız. Yaşıyoruz, insanız, ruhumuz var ve ölüyoruz. Bunları biliyoruz, inanıyoruz ama ne olduklarını bilmiyoruz. Gerçek şu ki, kendimizi tanımıyoruz, insanları tanımıyoruz. Korkunun temelinde bu bilinmezlikler yatar. Fakat insan bilgisinin dünyası sınırlıdır. Her şeyi bilme ihtiyacı sosyal genlerimize işlenmiştir, ancak biyolojik ve zihinsel potansiyelimiz her şeyi bilmek üzere tasarlanmamıştır. Aslında bazen bilmemek daha iyidir. Çünkü cehalet, ilmin, araştırmanın, bilgi edinmenin başlangıcıdır. Bilinmeyenle mücadele aynı zamanda bizi insan yapan temel bir kapasite olan inancı da içerir. Göremiyoruz, dokunamıyoruz, ölçemiyoruz, değerlendiremiyoruz ama inanıyoruz. Ölümle yüzleşmek ne zaman başlıyor? Ölüm nedir? Ölüm girdiği yeri mi yakar sadece? Belki de ölüm bildiğimiz halde, korkmaya devam etmeden yaşadığımız günlerdir. Ölüm belki de düştüğü yeri yakıyordur. Kim bilir? Ölümü, ölüden dinleyemeyeceğimize göre yakınlarına sorun. Ölmenin ne olduğunu belki bilmezler ama ölümün onlar için ne kadar zor olduğunu anlatabilirler…

Hey Haber/ Hatice ÇELİKEL

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER