Kadın susunca ne olur?
Tarih boyunca kadınların sesi bastırılmış, duyguları kontrol altına alınmaya çalışılmış ve en nihayetinde susmaya zorlanmıştır. Ancak suskunluk, yalnızca sessizlik değildir; bedensel bir dışavurum, bir isyan biçimi de olabilir.
Freud’un ilk histeri hastalarında gözlemlediği felç belirtileri, susmaya zorlanmış olmanın bedensel bir yansımasıydı. Konuşma bozuklukları, bilinçsiz kasılmalar, istemsiz hareketler…
Kadınlar, anlatmalarına izin verilmeyen acılarını bedenleriyle ifade ediyorlardı.
Bugün de farklı bir tablo yok. Kadınlar öfkelerini dile getiremediğinde, bastırıldığında, yok sayıldığında, bu baskının bedensel ve psikolojik sonuçları kaçınılmaz oluyor.
Depresyon, anksiyete, psikosomatik hastalıklar… Modern toplumda kadınlar hâlâ ‘’susmalı, öfkelerini göstermemeli, kendilerine söylenenlere inanmalı, kimseyi şikâyet etmemeli’’ gibi dayatmaların içinde sıkışıyor.
Sustukça içe çöken, içe çöktükçe ağırlaşan bir acı…
Ancak şu unutulmamalıdır:
Sessizlik, bir tercih olmaktan çıkıp bir zorunluluk hâline geldiğinde, o toplumda adaletten, eşitlikten ve insan haklarından söz edilemez. Kadınların sesi kesildiğinde, yalnızca onlar değil, toplumun tüm dengesi sarsılır.
Kadınların özgürce konuşabildiği, öfkelerini ve taleplerini dile getirebildiği bir toplum, sadece kadınlar için değil, herkes için daha sağlıklı bir geleceğin teminatıdır.
Freud’un histeri hastaları, yüzyıllar önce bedensel tepkilerle sessizliklerini anlatmaya çalıştılar. Bugün ise bizler, kadınların susmak zorunda olmadığı bir dünya için mücadele etmeliyiz. Çünkü bir kadın susturulduğunda, onun acısı sadece kendi bedeniyle sınırlı kalmaz; bu acı, nesilden nesile aktarılan bir sessizlik mirasına dönüşür.
Ve unutmamak gerekir:
Kadının sesi kesildiğinde, sadece bir birey değil, bir tarih, bir toplum ve bir gelecek de susar.
Prof.Dr.Kürşat Şahin YILDIRIMER