Gündüz kuşağı programları şeklinde adlandırılan ve çoğunlukla kadınlara yönelik olarak hazırlanan kadın programları son yıllarda aile yaşamına etkileri bağlamında sıklıkla tartışılmaktadır. 1990’lı yıllardan itibaren medyanın dönüşüm geçirmesiyle birlikte yeni televizyon tür ve formatları ortaya çıkmıştır. Başlangıçta kadınlara pratik bilgiler vermeyi amaçlayan, sonralarıysa çeşitli nedenlerle kadınların yaşadıkları mağduriyetleri konu edinen kadın programları “kadınların seslerini duyurmayı” ve sorunlarına çözüm bulmayı
amaçlamış
Televizyon, çoğu insanın hayatında ayrılmaz bir parçası halinde . Özellikle gündüz kuşağında
yayınlanan programlar, ev kadınlarının günlük hayatlarına, gelişimlerine ve topluma entegre
olmalarına yardımcı olabilecek içerikler sunma potansiyeline sahipken, akşam kuşağında
yayımlanan diziler ise seyircinin moralini yükseltecek ve ahlaki değerlere uygun bir eğlence
sağlamalıdır. Ne yazık ki, mevcut durum bunu yeterince sağlayamıyor.
Gündüz kuşağındaki programlar, eğitici ve geliştirici içeriği ile öne çıkması gereken bir alandır. Ev kadınlarının yalnızca ev işlerine odaklanmadığı, aynı zamanda kendilerini geliştirebilecekleri, yeni beceriler öğrenebilecekleri, psikolojik destek alabilecekleri veya sosyal hayatlarını zenginleştirebilecekleri programlar önemlidir. Ancak günümüzde sıkça izlenen dedikodu programları ve çıkar ilişkilerine dayanan içerikler, bu kitleyi daha çok olumsuz duygulara maruz bırakıyor.
Bu durum, toplumsal gelişim açısından kaygı verici bir tablo çiziyor. Gündüz kuşağında yayınlanan kadınlara yönelik yemek programlarının içeriğine bile bakıldığında öğreticiliğinden çok basit tarzda görüntülerle uygun olmayan içerikler yayınlanması üzücü. Akşam kuşağındaki dizilere gelince, burada da benzer bir rahatsızlık hissediliyor.
İnsanların uzun işgünlerinin ardından rahatlayabilecekleri, mutlu olabilecekleri ve aile değerlerine uygun hikayeleri aradıkları bu saat diliminde yayımlanan birçok program, dramatik unsurlar, çatışmalar ve ahlaki değerlerden uzak tutumlar içeriyor. Seyircinin bu olumsuz içeriklerle karşılaşması, hem bireysel mutluluğu olumsuz etkiliyor hem de toplumsal yapıyı zayıflatıyor.
Ahlakî değerler, bir toplumun temeli olarak kabul edilir. Televizyon gibi kitle iletişim araçları, bu
değerleri güçlendirebilir veya zayıflatabilir. Eğer program yapımcıları, seyircinin duygusal
ihtiyaçlarına cevap verecek, onları mutlu edecek ve toplumsal değerlere katkı sağlayacak içerikler
üretebilirse, bu sadece reytingleri artırmakla kalmaz, aynı zamanda bireylerin ve toplumun genel
ruh halini de iyileştirebilir. Sonuç olarak, televizyonun, insan yaşamında bağlantı kurma, gelişim sağlama ve toplumsal değerleri güçlendirme gibi işlevleri göz ardı edilmemelidir. Gündüz kuşağındaki programların ev kadınlarına yönelik gelişim fırsatları sunması, akşam kuşağındaki
dizilerin ise izleyicileri mutlu edecek ve ahlaki değerlerle uyumlu içerikler barındırması elzemdir.
Bu doğrultuda, hem izleyicilerin hem de yapımcıların daha bilinçli ve özenli seçimler yapması, toplumumuzun daha sağlıklı bir çizgiye evrilmesine katkıda bulunacaktır.
Haber/ Eşrefcan Dumluoğlu