Sessiz Çığlık: Kalabalığın İçinde Kaybolan Hayatlar
Gözlerimizin önünde bir kalabalık akıp gidiyor. Her biri kendi dünyasında, kendi hikâyesinde sıkışıp kalmış insanlar… Seslerini duyuramadıkları, varlıklarının görünmezleştiği, hislerinin ciddiye alınmadığı bir dünyada sessiz çığlık atanlar…
Modern yaşamın hızına yetişmeye çalışırken içimizde bir yerlerde kayboluyoruz. Kalabalıkların içinde yürüyen, konuşan, gülen insanlar aslında sessiz bir çığlığın içinde savruluyor. Bazen bu bir iş yerinde, bazen bir aile sofrasında, bazen de sosyal medyada kendini gösteriyor. İnsanlar, kendi acılarını, özlemlerini ve korkularını içlerine gömüyor; topluma uyum sağlamak adına kendilerini susturuyorlar.
Sessiz çığlık, bastırılan duyguların, ifade edilemeyen acıların ve anlaşılmamanın ortak adı… Sokakta yanından geçtiğimiz adamın omuzlarında, metrodaki genç kızın gözlerinde, iş yerinde sürekli gülümseyen ama içten içe tükenen mesai arkadaşımızın yüreğinde yankılanıyor. Ne kadar konuşsak da aslında duyamadığımız, ne kadar baksak da göremediğimiz insanların iç dünyasında büyüyen bir feryat bu.
Bu sessizlik bazen bir insanın kimlik mücadelesine dönüşüyor. Kadınlar, gençler, işsizler, yalnızlar, kayıplar verenler… Onlar hep içlerinden konuşuyor ama biz dinlemiyoruz. Toplum, güçlü olanın sesiyle şekillenirken, zayıf ve incinmiş olanın çığlığı yankılanmadan kayboluyor.
Peki, sessiz çığlıkları duyabilir miyiz? Onları susturmak yerine anlamak için ne yapabiliriz? Belki de en büyük değişim, empatiyle başlar. Gerçek bir ilgi, samimi bir dinleyiş, sahici bir varlık göstermek… Bir insanın sessiz çığlığını duyabilmek için bazen tek gereken, ona gerçekten bakabilmek, gözlerinin içine samimiyetle bakıp “Ben buradayım, seni anlıyorum” diyebilmektir.
Kalabalıkların içinde kaybolmamak için, birbirimizi unutmamak için, insan kalabilmek için…
Bazı çığlıklar sessizlikte saklıdır, yürekleriyle görebilenler anlar belkide..
Prof.Dr.Kürşat Şahin YILDIRIMER