Varlığın Ağırlığı: Bulantı ve Sartre’ın Varoluşsal Krizi
Jean-Paul Sartre’ın Bulantı adlı romanı, edebi bir eser olmanın ötesinde, varoluşçuluk felsefesinin en çarpıcı anlatımlarından biridir.
Romanın kahramanı Antoine Roquentin, varoluşu her zamanki alışkanlıklarıyla kabul eden insanlardan farklı olarak, bir taş parçasına bakarken bile onun “var” olduğunu fark eder ve bu çıplak gerçeklik karşısında derin bir tiksinti hisseder. Sartre’ın kelimeleriyle, “Her şey fazlalık, her şey gereksizdi.”
Bu cümle, yalnızca bir adamın dünyaya bakış açısını değil, aynı zamanda modern insanın sıkışmışlığını da özetler. Sartre, Roquentin’in dünyayla olan ilişkisini, varoluşun bir yük haline gelişini adım adım anlatır. Gündelik hayatın içindeki nesneler, taşlar, ağaç kökleri, masalar, sandalyeler…
Tüm bunlar birdenbire anlamlarını yitirir, hatta daha da kötüsü, anlamlarını kaybettikçe içinden çıkılmaz bir varlık problemi haline gelirler.
Roquentin’in bulantısı, yalnızca fiziksel bir mide bulantısı değil, aynı zamanda ontolojik bir isyandır.
Sartre, bu hisle okuyucusuna sormak ister:
Eğer bizler yalnızca varız ve var olmak kendi başına bir anlam taşımıyorsa, hayatın anlamı ne olabilir? İnsan, kendi varoluşunu nasıl anlamlandırır?
Bugün, Sartre’ın bu soruları 20. yüzyılın kaygıları içinde sorduğunu düşünsek de, içinde yaşadığımız çağda bu sorular çok daha derinleşmiştir. Günümüz insanı da Roquentin gibi, kendini bir anlam boşluğunda bulabilir. Teknolojinin hızla değiştiği, geleneksel anlam kaynaklarının zayıfladığı bir dünyada, varoluş yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda zihinsel bir yük haline gelebilir.
Belki de Sartre’ın Bulantı ile anlatmak istediği şey tam olarak budur:
İnsan, kendi anlamını yaratmadıkça, dünya ona yalnızca bir taş parçası gibi yabancı ve ağır gelecektir.
Sartre’a göre özgürlük, farkındalıkla gelir ve insanın kendini inşa etmesiyle anlam kazanır. Ama bu yol, kaçınılmaz olarak bulantı ile başlar.
Bugünün dünyasında, varoluşsal sorular hâlâ içimizi kemiriyorsa, belki de Roquentin gibi, dünyaya farklı bir gözle bakmaya başlamalıyız.
Çünkü bazen, anlamın kaybolduğu yerde, onu yeniden yaratmak için bir fırsat doğar.
Prof.Dr.Kürşat Şahin YILDIRIMER
Kaynak: Haber Merkezi